Kültürel Değişimde Medyanın Bireye Olan Etkisi
- EKMEL TOZOĞLU
- Apr 8, 2021
- 5 min read

Medya, en yakın arkadaşımız, en azılı düşmanımız, haber kaynağımız, dedikodu arkadaşımız, nefret ettiğimiz profiller, hayranı olduğumuz profiller, kıskançlıklarımız, tutkularımız, bilgi kaynağımız, manipülasyon aracımız, en kılcal damarlarımıza kadar girmiş, hayatımızın vazgeçilmezi: Medya!
Ünlü tarihçi ve yazar, Yuval Noah Harari, Hayvanlardan Tanrılara Sapiens kitabında, basının ilk örneğini şöyle anlatmıştır. “Bir teoriye göre dilimiz dedikodu yapma aracı olarak evrilmiştir ve homo sapiens her şeyden önce sosyal bir hayvandır. Sosyal iş birliği hayatta kalma ve üreme için kritik öneme sahiptir. Kadın ve erkek bireyler için aslanların ve bizonun yerini bilmek yeterli değildir. Asıl önemli olan kabilede kimin kimden nefret ettiğini, kimin kiminle ilişkiye girdiğini, kimin dürüst ve kimin hilebaz olduğunu bilmektir. Dedikodular genellikle yanlış davranışlar üzerine odaklanır. Günümüz basının ilk örneği sayılabilecek söylenti, toplumu bilgilendirerek insanları hilebazlardan ve asalaklardan koruyan gazetecilik faaliyetleri gibiydi.”[1]
Medya, yakın geçmişte kağıttan ve hoparlörü olan bir kutudan ibaretken, şimdi neredeyse tamamen, siyah ekrana evrildi. Artık araba radyoları bile siyah ekranlı. Peki bu medya neden var? Neden insanları manipüle etmeye çalışıyor? Bir insan neden medyaya yatırım yapar?
Bu soruların çok basit iki cevabı var. Belki bu cevaplar, dünyadaki birçok neden sorusunun da cevabı. PARA ve GÜÇ. Daha çok güç.
Medyada yazılı basın her ne kadar dijital medyaya teslim olsa da televizyon ve radyo halen direnmekte. Yayın için interneti kullansalar da henüz dijital medyaya teslim olmadırlar. Henüz. Medyada en büyük kültürel devrim televizyonla oldu. Özellikle de özel kanallar yayın hayatına başladıktan sonra televizyonun evlerdeki önemi ve kullanılma şekli fazlaca değişti. Tabii ki bunda teknolojinin gelişmesi, televizyon fiyatlarının ucuzlaması da önemli bir etken oldu. Gazete ve dergiye para verip alırsınız, seçersiniz. Hayat anlayışınıza, kültürel yapınıza ve siyasi görüşünüze göre alırsınız gazete ve dergiyi. Evinize siz istemeden giremezler. Radyo her ne kadar programlardan oluşsa da daha çok müzik dinleme aracı olarak kullanılır. Televizyon yaygınlaşmadan haber alma kaynağı olarak kullanılsa da devlet eliyle yönetildiği için masumdur. Peki ya televizyon ve özel kanallar?
“1990 yılında test yayınına başlayan Star 1, 1990 yılında yayın hayatına girerek Türkiye'nin ilk özel televizyon kanalı oldu. Star TV, Lichtenstein'da 50.000 İsviçre Frangı sermaye ile 3 Ağustos 1989'da Magic Box Incorporated AG adlı şirket tarafından Magic Box Star 1 adı ile kuruldu. 5 Mayıs 1990 tarihinde Almanya üzerinden test yayınına başlayan kanal, 4 Ağustos 1990 tarihinde ise "Star 1" adıyla normal yayına başladı. Türkiye'nin ilk özel televizyon kanalı olan Star'ın ilk patronları ise Cem Uzan, babası Kemal Uzan ve Turgut Özal'ın büyük oğlu Ahmet Özal idi. Ülkemizde özel televizyonda ilk haber, Star TV'de TRT kökenli haber spikerlerinden Gülgün Feyman tarafından sunulmuştur. “ [2]
Televizyon evimize giren davetsiz misafirdi. Ben 1982 doğumlu olduğum için Star TV, Teleon, Show TV, HBB, Cine5 gibi kanalların yayına başlamasını çok net olmasa da hatırlıyorum çünkü evde televizyon kanalı frekansını bulmak, anteni oynatmak ve kanal değiştirmek benim görevimdi. Bir anlamda televizyon operatörüydüm. Başlarda çok da anlamadık. Sadece hayran hayran baktık. Biz dikte edileni göremedik. Aslında George Orwell, 1984 adlı romanında -ki bana göre dünya tarihinin fütürist başyapıtlarından birisidir-, bize durumu çok net olarak anlatmıştı. Ne yazık ki ben bu romanı okuduğumda 28 yaşındaydım.
Televizyon kanalları bize yayın yapmadı, bize seanslar düzenledi. Bunların hepsi kötü anlamda değildi. Turgut Özal’ın siyasi ve kişisel hedeflerine iyi bakmak gerekiyor bu manipülasyonun neden ve niçinlerini görmek için. Ahmet Özal’ın, Uzan ailesinin yanına ortak olarak eklenmesinin ve değişik kanallarda sürekli medya patronluğu yapmasının bunun bir kanıtı olduğunu düşünüyorum.
Bu noktada medya pazarlamak için kendi ünlülerini yaratmaya başladı. Medya, güzel kadınlar, yakışıklı erkekler, avantajlı hayatlar, şık giyim, gösterişli ve çekici yaşam tarzını insanlara sundu. İnsanların bunu kabullenmesin kaçınılmazdı. Artık ürün seyircilerdi. Medya kanalları reklam için ürünlerini sundular, yani izleyicilerini. İzleyici sayısı pazarlanabilir bir olgu haline geldi. Ama bu izleyicileri daha çok ekran başında tutmak gerekiyordu. Bu yüzden medya bütün kültürel sınırları hiçe sayarak her türlü yayını yaptı.
Televizyonların yarattığı rol modeller, televizyon kanallarına programlar, diziler ve filmler yaptılar. Toplumumuzda genel olarak sorgulama olgusu yerleşmemiş durumda. Sorgulama yapmamayı aileler çocuklarına öğrettiler. Çünkü sorgulama yapılmazsa aile kendi inandığı şeyleri çocuklarına rahatlıkla kabul ettirebilirdi. Evet çocuk ailesinin diktelerini kabul etti ama ne yazık ki televizyondaki dikteleri de sorgulamadan kabul etti. Daha önce de söylediğim gibi ben 1982 doğumluyum ve televizyonun çocukluktan alıp büyüttüğü ilk jenerasyon içindeyim. Neyse ki ailem bana hiçbir şeyi çok fazla dikte etmedi. Anlatmayı tercih ettiler, böylece doğru ve yanlışı ayırt edebilme şansım oldu. Televizyondan etkilenmedim mi? Tabii ki fazlasıyla etkilendim. Neyse ki özellikle ortaokuldan mezun olduğumda çok istediğim o bilgisayar alınmıştı. Babam arabasını satıp bize bilgisayar almıştı. Ne kadar büyük bir yatırım olduğu hayatımızın ilerleyen zamanlarında ortaya çıktı. Böylece televizyon etkisinden önemli anlamda sıyrılmış oldum. Ama etrafımdaki arkadaşlarım, kafalarını daha çok televizyonla dolduruyorlardı. Okulda sürekli televizyon, diziler konuşuyorlardı. Beyinlerinde onu yaşıyorlardı. Kendilerini o dizideki karakter yerine koyup gerçek hayatta da – özgüvenleri ve sınırları çerçevesinde- öyle davranıyorlardı.
Örneğin bizim dönemimizde Deli Yürek adında bir mafya dizisi vardı. Başrolü Kenan İmirzalıoğlu idi. Bu diziyi seyreden ve pısırık olmayan bir sürü arkadaşım uzun palto giyip “delikanlı” , “racon kesen” sürekli karşı tarafa sözleri ile korku salmaya çalışan biri gibi davranıyordu. Okula silah getiren bile vardı. Aynı paltodan giyiyordu. Polat Alemdar’ın bindiği arabaların satışlarını incelerseniz onun bindiği zamanlarda satışlarının arttığını görürsünüz. Ben çevremden rahatlıkla takip edebiliyordum. Mafya dizilerinde ana karakter vatansever, iyi kalpli, geçmişte mağdur olmuş bir karakterdir. İzleyenlerin, özellikle de kendini çok geliştirmemiş kitlenin “aynı ben” diyeceği cinsten. En acısı da mafya dizilerinin bu ülkede aldığı canlardır. Bu diziler şehir eşkıyaları için önemli birer kullanma kılavuzu oldular.
Öldürmek kadar keskin olmasa da toplumsal açıdan en az o kadar etkili olan bir durum da ekrandaki yaşam tarzına olan özenmedir. Işıltılı, gösterişli, zengin, güçlü mükemmel yaşam. Özellikle baskı altında olan genç kızlar büyük şehirlere özellikle de İstanbul’a meşhur olmaya gittiler. Çünkü televizyondaki hayatsa, onlarınki neydi? Bunun sonucunda çok acılar ve pişmanlıklar yaşandı. Bunları da televizyondan izledik. Kendi suçlarını, sanki hiç alakaları yokmuş gibi yayınladır. “İstanbul’a manken olmaya gelen genç kız kötü insanların eline düştü.” Gibi bir sürü haber izledik.
Peki bu rol modellerin hepsi kötü mü? Televizyona çıkan herkes kötü mü? Hayır tabii ki değil fakat iyiler sıkıcı. Özellikle de kanı kaynayan bir genç için. Rol model alınan karakter iyi olsa bile, izleyicinin ilgisini çekmesi için karaktere yaptırılan şeyler kötü. Örneğin Muhteşem Yüzyıl dizisi. Kanuni Sultan Süleyman çok iyi bir karakter fakat dizide yaptıklarına bakıp Kanuni’yi sadece o kişi zannederseniz Kanuni’nin kemikleri sızlar. Kanuni sadece seferde 10 yıl geçirmiştir ki bu da hükümdarlık süresinin yaklaşık %25 lik kısmına denk gelmektedir. O dönemde çocuk olup diziyi izlemiş kişilerle Kanuni hakkında bir anket yapılsa çıkacak sonuçlar çok ilginç olacaktır.
Kuşaklar, jenerasyonlar, hayatlar. Bence televizyonun, internetin ve “rol modellerin” şimdiki gençler üzerinde bıraktığı en kötü etki, “para kazan”, “ne olursa olsun hızlı para kazan”. Mümkünse fazla çalışma, çalabilirsin, ihanet edebilirsin, aldatabilirsin, dövebilirsin hatta öldürebilirsin. Ama para kazan. Nasıl olduğu önemli değil. Çünkü para o kadar önemli bir şey ki, parasız sen bir hiçsin. O markaları giymezsen, o telefonu kullanmazsan, o arabalara binmezsen hiçsin.
Çocuklar ve gençler rol model seçerler. O genç, baskıcı, kendisi ile hiç iletişim kurmayan ailesini mi seçseydi yoksa ona iyi hissettiren televizyondaki o karakteri mi? Tabii ki bu durumda kazanan televizyondaki karakter olacaktır. Şimdi kültürel dejenerasyonun sebebi kim? Suçlu o yayınları yapan medya mı yoksa elindeki, eğilmeye bükülmeye hazır fidanı oraya iten toplum mu? Sanırım cevap ikisi de. Sanki anlaşmışlar gibi.
Comments